Her sene takvimler 6 Eylül’ü gösterdiğinde, ortalığa saçılmış malları, yağmalanmış evleri ve dükkanları gösteren birçok fotoğrafı görüp sosyal medyada paylaşıyoruz. “Bir daha olmasın” istediğimiz, ama bir daha olabilirliğinin hiç de zor olmadığını içsel olarak bildiğimiz bu utanç günlerini, yani 6-7 Eylül 1955’i hatırlayalım istiyoruz.

6-7 Eylül

National Library of Greece‘in (Yunan Ulusal Kütüphanesi) internet sitesinde bazı Yunan gazetelerinin dijitalleştirilmiş hâlleri mevcut. Bu sene 6-7 Eylül yaklaşırken ben de biraz o günlerde yayımlanan Yunan gazetelerine bakmak istedim. Görüntüler bizim sosyal medyada paylaştıklarımızdan pek de farklı değil. Fakat, Embros‘un 10 Eylül 1955 tarihli sayısının manşeti bana iki farklı noktayı düşündürttüğü için, bugün bu manşet üzerine yazmak istedim.

Gazetedeki en büyük puntolar “Tarih Tekerrür Ediyor” diyor. Hemen altında soldaki kısımda, 1821 yılında Mora İsyanı sırasında, isyancılarla işbirliği yaptığı düşünüldüğü için Paskalya Bayramı’ndan hemen sonra asılan Ortodoks Patriği’ne yapılanlar yazıyor. Ortadaki kısımda, 1930 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında başlayan ve etkileri bir süre devam edecek Türk-Yunan Dostluğu’ndan bahsediliyor. Daha sonra 1955’e geldiğimizde ise, 6-7 Eylül Olayları’nda Ortodoks kiliselerinin saldırıya uğradığından ve tarihi eşyaların zarar gördüğünden bahsediliyor. “Kilisenin yeniden sadist bir öfkenin hedefi olduğu”nu yazan Embros, yazıyı şöyle bitiriyor:  Yunan halkı bir zamanlar gerçekten inanmış olduğu Türk-Yunan dostluğunun aslında çok da bir değeri olmadığını bu sefer anladı.

6-7 Eylül Olayları hakkında yapılan birçok analiz, meselenin mala-mülke karşı girişilen eylem kısmını ön plana çıkarıyor. Bu çalışmalar, İmparatorluğun son yıllarında başlayan ve Cumhuriyet döneminde de devam eden nüfusu ve iktisadî kompozisyonu Türkleştirme çabasına dikkat çekiyor. Türk basınında biraz daha kıyıda köşede kalmış ve çoğunlukla “kiliseler yandı” şeklinde geçiştirilen fakat Embros’un manşet yaptığı kiliselere saldırı meselesi ise, Türk milliyetçiliğinin içindeki dini öğeleri göstermesi açısından oldukça önemli. Embros’a 1821 ile paralellik kurdurtan olayların aynı zamanda imparatorluk döneminden miras kalan “müslüman-gayri-müslim” çatışmasının 1955’e tezahür eden bir biçimi olduğu rahatça söylenebilir. Bu dinî milliyetçilik sosuna bulanmış nefret, bugün kâh müslüman olmayanlara, kâh müslüman olup sünni olmayanlara karşı maalesef devam ediyor. Aslında, bir daha olmasın dediğimiz şeyler şekil ve hedef değiştiriyor ama hâlâ buradalar.

Bunun dışında bu yazı aynı zamanda bir hayal kırıklığını da temsil etmesi açısından oldukça önemli. Bugün geçmişe dönüp baktığımızda, yazının dinsel bir bakış açısıyla sadece 1821 ve 1955’e değinmesi bize oldukça eksik gelebilir. Ancak, 1821, 1912-1913, 1919-1922, 1955, 1964, 1974, 1996 gibi savaş ve kriz dönemleri çoğaltıldığında, 1930’un yine araya sıkışmış istisnai niteliği bir kez daha ortaya çıkıyor. Devlet ve Rumlar arasındaki ilişki ile Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişki elbette ki aynı şeyler değil. Fakat örneğin, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda, varolan sorunlar konusunda yaşanan en ufak bir gerginlik, milliyetçi söylemleri bugün de körükleyebiliyor ve aynı yoğunlukta olmasa da Embros‘un attığı manşeti haklı çıkarabiliyor. Bu bakımdan her 6-7 Eylül’de paylaşılan anılara ve fotoğraflara bakıp utanç duyup sonra bir sene boyunca unutmak yerine ciddi ciddi sorulmalı: “Tarih Tekerrür Ediyor” ifadesini birçok sorunlu meselemizde yine/yeniden kullanmamak için bir şeyler yapabilir miyiz? Cevap evetse, nasıl ve ne şekilde?

1 Yorum

  1. Pozitif düşüncenin egemen olabildiği bir ortam yok. Pozitife gelemiyoruz. Zararına çalışıyoruz. Bu zararı bize muhatabımız verdi ,tazmin etsin yaptırımda bulunalım ödetelim diye negatif politikamızdan pozitif sonuç almaya azmediyoruz. Akıl tutulması. Sıradan insanın aklı hiçbir zaman bundan daha iyi bir seviye yakalayamıyor. Tarih enkazı yeniden üretmek üzere tekerrür ediyor. Dünya çürüyor. Sanki tüm hayatımız hata. Böyle gelmiş böyle giden bir kısır döngüde ömür tüketiyoruz. Düze çıkmak için önce yanlış bir yolda yürüdüğümüzü kabul etmemiz gerekir. Kültürel mirasımız sorunlu. Yeteneksiz insanlardan doğru sonuç beklemeyip durumu tekrar gözden geçirmek gerektiğini kavramak şart.

Yanıt Ver

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen adınızı yazınız